1990’lı yıllara ve 2000’lerin ilk yarısına hâkim olan küreselleşme coşkusu, yerini “farklı türden bir küreselleşme” ile el ele giden bir insanlık krizine bıraktı. Bu krizin bir boyutu kapitalist devletin ve küresel hegemonyanın meşruiyetiyle ilgili olması dolayısıyla “politik” nitelik taşıyor. Meşruiyet krizinin derinliği ulusötesi toplumsal kontrol ve baskı sistemlerinin giderek genişlemesi/çeşitlenmesi, birikim rejiminin askerileşmesiyle el ele giderek şiddetlenen jeopolitik gerilimler ve nihayet küresel bir savaş tehlikesi biçiminde kendisini gösteriyor. Faşizm ve savaşlar elbette kapitalist üretim tarzının tarihinde istisnai olgular değildir. Rekabet baskısının yarattığı çatışmalar ulusal ve uluslararası ölçeklerde farklı biçimlerde yaşanıyor. Kapitalist sömürü düzeni bugün dünya nüfusunun neredeyse yarısını oluşturan “artık insanlığın” ve giderek yoksullaşmakta olan küresel işçi sınıfının reel ve
potansiyel isyanını kontrol altına almak için geçmişte olduğu gibi bugün de bu araçlara ihtiyaç duyuyor. İnsanlık tarihinde görülmemiş bir yoksulluk/eşitsizlik, aşırı-sağın ve otoriter rejimlerin yükselişi ve önüne geçilemeyen korkunç bir ekolojik tahribat küresel ölçekte devam eden bu sınıf savaşının başlıca tezahürleri oluyor. Dolayısıyla, hem faşizmin hem de sosyalizmin gündemde olduğu bir süreçte bu dönüşümü incelemenin önemli olduğunu düşünüyoruz.
Bu gelişmeler, eleştirel çözümlemeler açısından kaçınılmaz olarak çok önemli kuramsal ve politik tartışmaları beraberinde getiriyor. Eğer ki küreselleşme biçiminde adlandırılan süreç –90’lı yıllardan bu yana ağırlıklı olarak değerlendirildiği üzere – sermayenin uluslararasılaşma/ulusötesileşme eğilimleriyle ilişkili bir olgu ise gözlerimizin önünde giderek şiddetlenerek dünyayı yeniden bir küresel savaşın eşiğine getiren jeopolitik gerilimleri/çatışmaları nasıl ele almalıyız? Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan ve kimilerine göre (Atlantikçi) ABD/NATO ile Rusya önderliğindeki (Avrasyacı) güçlerin çatışması biçimini alan süreç nasıl yorumlanmalı? Tayvan krizi üzerinden ABD ve Çin’i bir defa daha karşı karşıya getiren gerilimler aslında neyi anlatıyor? Suriye iç savaşı boyunca da kendisini gösteren kamplaşma küresel sistemin fay hatlarıyla ilgili bizlere ne söylüyor?
Siyonist Apartheid devletinin 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de giriştiği ve ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya başta olmak üzere Batılı devletlerin kendi halklarının da protestolarına rağmen her ne pahasına olursa olsun desteklediği ve şiddetli bir bölgesel savaşa dönüşme tehlikesini barındıran korkunç soykırımı nasıl anlamalıyız? Bütün bu gelişmeleri 20. yüzyılın başındakine benzer bir emperyalistler arası paylaşım savaşına veya yeni bir Soğuk Savaş’a sürüklendiğimiz biçiminde yorumlayan çok sayıda ana akım ve eleştirel yaklaşım mevcut. Bu dönemi geçmişteki benzerlerinden ayıran yönleri var mıdır? Kapitalist ulus devletler ve sermaye sınıfının günümüzün yeni küresel çatışma ortamında üstlendiği işlevler nelerdir? Dosyamızın belirli bir bölümünü bu sorular etrafında gelişen tartışmalara ayırmak istiyoruz.
Öte taraftan giderek büyüyen küresel faşizm tehlikesi gibi çok boyutlu bir olguyu sığ bir devletler-arası jeopolitik çatışmalar perspektifi üzerinden açıklamak elbette mümkün değildir. Yerleşik Uluslararası İlişkiler ve Küresel Jeopolitik literatürleri bizlere bu manada pek az şey vaat etmektedir. Lakin son yıllarda bazı Marksist analizlerin de kimi zaman bu “kaba” (reel- politik) yaklaşımların etkisi altında kalabildiğini görüyoruz. Bunun en somut örneği başta ABD’ninkiler olmak üzere genel olarak Batı’nın “emperyalist” işgal ve müdahaleciliği haklı bir biçimde eleştirilirken, onların hedefinde yer alan Çin veya Rusya gibi bazı devletlerin benzer nitelikli eylemlerinin göz ardı edilebiliyor olmasıdır. Böyle bir tavrın sosyalist politika açısından (varsa) arz ettiği imkânları ve barındırdığı sorunları tartışmak bir diğer amacımız.
Kar elde etme arzusu sistemin aktörlerini bir yandan küreselci dinamik yapılar eliyle yağmacı ve yayılmacı politikalara teşvik ederken, öte yandan yeni muhafazakârlık eliyle sömürüyü derinleştirip yeğinleştiren içe-dönükleşme politikalarını da kışkırtıyor. Her ikisi de sistemik baskılardan kaynaklanan bu iki karşıt kuvvet arasındaki gerilimin önümüzdeki dönemde devlet biçimlerini nasıl şekillendireceği ve bunun sonuçlarının yeni bir dünya düzeninin kurucu zemini olup olmayacağı ise yanıtlarını bekleyen sorular olarak önümüzde duruyor.
Katkılarınızı bekliyoruz.
Makale gönderimi için son tarih: 30 Mayıs 2025
Sayı çıkış tarihi: Ekim 2025
Sayı Editörleri: Ezgi Pınar (odeezgi@gmail.com ), İhsan Ercan Sadi (i.e.sadi@nyu.edu), M. Gürsan Şenalp
(mgursan@yahoo.com)