Sayı Editörleri: Cenk Saraçoğlu, Ali Ekber Doğan
Bu Sayıda: Bir Dinamik Olarak Kürt Meselesine Praksis ile Bakmak
Etnik ve Sınıfsal İnşa Süreçleri Bağlamında Kürt Meselesi: Bölgesel Eşitsizlik ve Bölgesel Özerklik- Cuma Çiçek
Kürt meselesi, Kürt Hareketi de içinde olmak üzere büyük bir kesim tarafından bir etnik kimlik meselesi olarak tanımlanmaktadır. Öte yandan, Marksist-sosyalist gelenekten gelen politik akımların ve grupların önemli bir bölümünün Kürt Hareketini milliyetçilik çerçevesinde ele aldıkları ve kavganın sınıfsal niteliğini sürekli hatırlatma çabası içinde oldukları görülmektedir. Öyle ki Kürt meselesi konusunda “etnik” ve “sınıfsal” olmak üzere iki ayrı okumanın olduğu iddia edilebilir. Her iki okuma da son kertede sınıfsal ilişkiler ve etnik kimlikler arasındaki dinamik etkileşimi yeterince dikkate almamaktadır. Bu çalışmada, Kürt meselesi, etnik ve sınıfsal dinamikler birlikte düşünülerek irdelenmektedir. Kürt meselesi örneği üzerinden, sınıfsal ve etnik hegemonyaların inşasında, etnik kimlikler ve sınıfsal ilişkiler arasındaki dinamik ilişkinin oynadığı rol tartışılmaktadır. Bu amaçla, ilk olarak bölgesel eşitsizlik sorunsalı üzerinden Kürt meselesinin etnik ve sınıfsal boyutlarının dinamik bütünlüğü irdelenmektedir. Daha sonra, Kürt Hareketinin savunusunu yaptığı ve bir tür bölgesel özerklik öneren demokratik özerklik projesinin etnik ve sınıfsal ilişkiler bağlamında sunduğu yeni dinamikler üstünde durulmaktadır. Özetle, Kürt meselesi bağlamında, ne etnisiteden arındırılmış sınıfsal ilişkileri, ne de sınıfsal ilişkilerden muaf bir etnisiteyi düşünmenin mümkün olmadığı savunulmaktadır. Sınıfsal ilişkiler etnisite, din ve toplumsal cinsiyet gibi asimetrik toplumsal ilişkileri bir yandan inşa ederken, öte yandan bu ilişkilerin sağladığı farklılaşmalar yoluyla kurulmakta ve işlemektedir.
İstanbul’a Kürt Göçleri: Yeniden İnşa Edilmesi Gereken Bir Araştırma Konusu- Jean-François Pérouse
Kürt göçmenlere yönelik etnisteye dair çarpık anlayışlar ve damgalama eğilimleri İstanbul’a yönelik Kürt göçüne ilişkin bugüne kadar yapılan açıklama çabalarında da kendisini açıkça belli etmektedir. Gazetelerde, siyasi tartışmalarda ve akademide göç neredeyse sadece etnik temellerde sunulmaktadır. Bunun sonucunda da içerisindeki sosyo-ekonomik statü, kuşak ve toplumsal cinsiyet farklılıkları yok sayılan homojen bir “Kürt nüfusunun” varlığından bahis olunmaktadır. Böyle bir türdeşleştirme eğilimi İstanbul’un yerleşik kesimlerinin göçmenleri “gayrı-meşru” veya “bir tehdit” olarak gören yaklaşımı içerisinden çıktığı kadar, aynı zamanda her Kürdü savunulması gereken bir mağdur olarak gören bir tür şefkat söylemi tarafından da beslenmektedir. Bu yazı artık bunaltıcı derecede baskın hale gelmiş etnisite paradigmasını aşma çabasıyla İstanbul’a göç meselesini anlamaya yönelik alternatif başka yollar sunmaya çalışmaktadır.
Yoksulluğun Suçlulaştırılması, Suçun Irksallaştırılması: Kapitalizmin Tarihsel Mirası ve Türkiye Örneği- Zeynep Gönen
Stuart Hall ve diğerleri (1978) suçun sadece yasaya karşı bir eylem değil, içinde birçok dinamiği barındı- ran toplumsal bir ilişki olduğunu ifade eder. Bu toplumsal ilişkinin dinamikleri, ancak suçun gerçekleştiği tarihsel, politik, ekonomik ve kültürel süreçler içinde anlaşılabilir. Bu yazı, öncelikle suçun kapitalist toplumlarda ırk ve sınıf ilişkilerinin üretilmesinde oynadığı rol üzerine tarihsel ve kavramsal bir çerçeve sunuyor ve bunu takiben günümüz Türkiye’sinde Kürtlerin suçlulaştırılma ve bu yolla ırksallaştırılma süreçlerini anlamayı amaçlıyor. Özellikle 1990’ların sonundan itibaren belirginleşen suçlulaştırma süreçleri, Kürtlerin şehirleri güvensizleştirdiği ve suçlu bir kültüre sahip olduğu iddiasından besleniyor ve aynı zamanda devlet (özellikle ceza sistemi ve polis) pratikleriyle üretiliyor. Böylece, yoksul Kürtler sınıfsal olarak marjinalleşirken suçluluk kategorisi Kürtler üzerinden ırksallaştırılıyor. Bu makalede temel olarak, yoksul Kürtlerin suçlulaştırılmasının neoliberalizm ve terörle mücadele ekseninde belirlenen toplumsal ve politik dinamiklere bağlı olduğu savı tartışılmaktadır.
Diyarbakır: Qırıx Bir Çizgiden Gündelik Yaşamı İzlemek- Yonca Güneş Yücel
Bu çalışmada Özgür Gündem gazetesi çizeri Doğan Güzel’in Qırıx adlı çizgi bandında yer açtığı 1990’lı yılların Diyarbakır’ının gündelik yaşamı incelenmiştir. Diyarbakır ilinde yaşanan çatışmanın sıradan insan ilişkilerinde, kaygılarında, korkularında nasıl temsil edildiği Qırıx çizgi bandı üzerinden ele alınmıştır. İncelemenin bulguları “Qırıx” karakterinde biçimlenen farklı temsil alanlarını gözler önüne serdiği gibi Qırıx karakterinin farklı formlarda direniş biçimlerine kucak açtığını göstermektedir.
Munzur’dan Şirket Yaratmak: Munzur A.Ş. Üzerinden Dersim’de Sermaye Birikiminin Dinamikleri- Ş. Gürçağ Tuna-Bayram Güneş
Bu çalışma, geç kapitalistleşmiş bir ülke olan Türkiye’nin, kapitalist ilişkilerin en az “gelişmiş” olduğu bölgelerinden biri olan Dersim’de anonim şirket kurulması sürecini ele almaktadır. Kapitalist ilişki- lerin yetersiz, sanayinin yok denecek kadar az olması, çalışmanın konusunu, kapitalist gelişmenin bir takım dinamiklerini vurgulamak bakımından önemli hale getirmektedir. Fakat aynı zamanda bu bölge, sol yapılanmanın baskın karakteri nedeniyle kapitalist üretim ilişkilerine alternatif modeller için bir uygulama zemini olma potansiyeli de taşımaktadır. Kendine özgü bir coğrafya olarak Dersim’de sermaye birikim sürecinin, bahsedilen özgünlükleri nasıl içerdiği Munzur A.Ş.’nin kuruluş süreci üzerinden incelenecektir. Bu açıdan Munzur A.Ş., özellikle kültürel-yerel değerler ile kapita- lizm arasındaki ilişki hakkında çok şey söyleme potansiyeline sahiptir.
“Bazılarının” Yası Daha Az Tutulur: Şiddet ve Kürt Sorunu- Burcu Şentürk
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarından itibaren Kürt Sorunu, gerek Türkiye’nin iç siyasi gündemi gerekse de uluslararası dengelerdeki değişikliklerle resmi ideoloji tarafından yeniden yeniden tanımlanmıştır. Türkiye’nin bu sorunu kimi zaman geri kalmışlık, eğitimsizlik, kalkınma problemleri- nin bir alt başlığı olarak ele alınmış, PKK’nin ortaya çıkışı ile bir terör sorunu olarak ele alınmaya başlanmıştır. Bu sorunun bir terör sorununa indirgenmesi ise hem sorunun tüm veçheleriyle tartışılma- sının önünü kesmekte hem de dünya genelinde de egemen bir bakış açısı olan “terörle mücadele” kapsamındaki insan hakları ihlalleri görünmezleşmektedir. Bu çalışmada, Johan Galtung’un barışa yaklaşımı ana eksen olarak alınmakta ve doğrudan, yapısal ve kültürel şiddet olarak sınıflandırdığı üç şiddet türünün Türkiye’deki silahlı çatışmanın barışçıl çözümünün önündeki en büyük engelleri teşkil ettiği öne sürülmektedir.